DERDİ DÜNYA OLANIN…

“Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhanedir,

Hiç mukîm âdem bulunmaz bir acib kâşânedir.

Bir kefendir âkıbet sermayesi şâh u gedâ,

Pes buna mağrûr olan mecnun değil de yâ nedir?”

Ahmed Celâleddin Dede

 

NEDİR DÜNYA? Bazen bir ağaç gölgesi olarak görülmüş, bazen geçici bir heves, bezen bir leşe benzetilmiş, bazen her an ayrılabileceğimiz bir misafirhaneye… Sahi nedir dünya, neye karşılık gelmekte, ne ifade etmekte sizin için… “Dünya” anlayışınız, dünyaya yaklaşım tarzınız, “terki dünya”yı mı esas alıyor, yoksa “derd-i dünya”yı mı? “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Evet, sanırım en hulasa haliyle işin özü budur. İsterseniz sözü fazla uzatmadan yazının meramına dönelim ve konular bağlamında yapmış olduğum divan edebiyatı okumalarımdan hareketle “dünyaya dair” bir yürüyüş yapalım. 

Maksadımız akbabalar gibi bu leşe benzeyen dünyaya talip olmak değildir, diyecek Fuzûlî, kanaat hazinesini işaret edecektir bize. 

 “Cîfe-i dünyâ değil kerkes gibi matlûbumuz 

Bir bölük ankâlarız Kâf-ı kanâ’at bekleriz “ 

Madem derdimiz dünyaya talip olmak değil, o zaman dünya için sitem etmeye değmez diyecektir, Keçecizâde İzzet Molla. Gamdan ve kederden oluşan bu dünya için ah etmememiz gerektiğini hatırlatacaktır. 

“Gerdûn sitem-i baht-ı siyâh etmeğe değmez

Billâh bu gam-hâne bir âh etmeğe değmez”

Sonra Azîz Mahmûd Hüdâyî’ye uğrayacaktır yolumuz; uzun emelden vazgeçip güzel amele davet edecektir bizi. 

“Ko dünyâ fikrini tûl-i emeldir

Seninle gidecek hüsn-i ameldir”

Neye sahip olursak olalım bizim için fanilikten kurtulamayacaktır, baki olamayacaktır bu dünya. Niyâzi-i Mısrî onun için bizi gönle, gönlün tamircisi olmaya davet edecektir. 

“Kimseye bâkî değildir mülk ü devlet sim ü zer.
Bir harab olmuş gönlü tamir etmektir hüner”

Bir nefeslik olan bu dünyayı esas sanmak; asıl gaflet budur. Necati Bey’den gelecektir uyarı:  Bu ölümlü bahçede, yiyip içip, eğlenmekle âlem ediyoruz sanma!

“Bir dem iken devlet-i dünyâyı her dem sandılar

Bu fenâ gülzârının ayşını âlem sandılar”

Fenni çıkacaktır karşımıza sonra; madem bir nefesliktir, madem geçicidir, madem kalıcı değildir bu dünya, o zaman mal mülk sahibi olmayı marifet sanma, zira yalan dünyaya aldanmaktan daha büyük bir hata yoktur diyecektir. 

“Hüner sanma çalıp çarpıp da sâhib-mülk ü mâl olmak
Nasîb olmaz o gûnâ mâl ile âsûde-hâl olmak
Hayâl ü hâtıra gelmez mi hîç Kârûn-misâl olmak
Çetindir arsa-i mahşerde ma’rûz-ı su’âl olmak
Gözüm nûru yalan dünyâda imkân-ı bekâ yokdur
Yalan dünyâya aldanmak kadar vâzıh hatâ yokdur “

Ne güzel bir yaklaşım, ne harika bir nazar değil mi, dünyaya boğulmuş, dünyevileşmiş halimize sizce de ilaç değil mi bu yaklaşım? Ne çok dünya kokuyoruz, ne çok dünya var etrafımızda dünyamızı karartan. “Dünyamızı kurtarmak” için ne çok minnet ediyoruz. Aslolan dünya değildi oysa. 

“Ey gönül bir can için her cana minnet eyleme, 

İzzet-i dünya için sultana minnet eyleme”

Mesele yaklaşım meselesi, yoksa dünya ile bağı koparmak, dünyayı kötü görmek değildir. Zira kötü olan dünya değil, insanın dünyayı esas alan ve dünya için dünyalarını karartan yaklaşım biçimi. Mesele, insanın yaşadığı dünyadan ziyade, insanın içinde yaşayan dünyanın niteliği, ne’ye tekabül ettiği ve de dünyayı nasıl anladığı, nasıl yaşadığıdır. Yüce gerçektir: Nasıl yaşarsak, öyle öleceğiz; nasıl ölürsek öyle dirileceğiz… Mesele milyon sene yaşayacak gibi davranmamak, mesele dünya ile irtibatımızın öte ile irtibatı koparmaması… Aslolan dünya ile ilişki biçimimiz; yani gönülden bağlanmamaktır, dünyevileşmemektir. Bakın tam da burada Osmanlının en muhteşem döneminde, en uzun süre sultanlık yapan Kanuni, yani Divan edebiyatındaki ismiyle Muhibbi, “gönül bağlama” diyerek ne güzel ifade edecektir. 

“Bu çarh-ı bî-vefâ hâlin görüp kim buna dil bağlar

Gelenler dâr-ı dünyâyâ meğer gitmez mi sanmışdır”

Evet, dünya misafirhane ise misafir gibi davranmak gerekecektir. Dünyayı esas kabul edemeyiz, bu yüzden gönlü dünya sevgisinden uzak tutmak gerekecektir. Kuşadalı İbrahim Halveti, kalbi dünyadan temizlemenin yolunun, kalbe gerçek sahibini misafir etmekten geçeceğini ifade edecektir. 

“Bu misafirhanenin fânîliğin fehm eyleyen

Hâne-i kalbinde Hakk’dan gayrı mihmân istemez”

Dünyanın baki olmadığını anlamak için, Bâkî’ye de uğramamız gerekecek. Bu dünyaya kalmak için değil, gitmek için geldiğimiz hatırlatacak; dolaysıyla bu dünyadaki gamın da neşenin de rüya gibi geçici olduğunu ifade edecektir bize.  Ve devam edecektir, görünüşte süslü olan bu dünyanın, sonunu göstermeden insanı aldatacağını ifade edecektir.

“Cihân efsânedür aldanma Bâkî

Gam u şâdî hayâl-i hâba benzer…

Seni bir sûret-i zîbâ ile aldar ammâ

Âkıbet sana ne yüz göstere dünyâ göresin 

Şeyhülislam Yahyâ’yı dinleyecek olursak o bize ömür seyahatinde asıl olanın dünya gurbetinde hoş sadaya kulak kesilmemizi salık verecektir. 

Eglenilmez diyü gam çekme bu fânî dünyada 

Tut ki bâg-ı âleme seyrâna geldün ey gönül…

Dinle nây-ı hoş-sadâyı anla âlem neydigin 

Nâle-i uşşâkdan fehm eyle âdem neydigin 

Divan şairlerimizin izini sürdüğümüzde bütün yollar, dünyanın geçiciliğine ulaştıracaktır bizi. Onun için geçici âlemde yaptığımız ömür gezintisinde gam çekmenin yersizliği ortaya konulacaktır. “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Biz de diyelim ki “Terki dünya edenin, dünyası mamur olur.” Yunus’la başlamıştık. Yine onunla bitirelim. 

“Bu dünyaya gelen kişi âhir yine gitse gerek 

Misafirdir vatanına bir gün sefer etse gerek”