ŞEHİR, SOKAK VE SOKAKSIZLIK

“Yenilgimiz şehrin yenilgisiyle başlamıştı. 

Şehri, çocukların elinden çaldılar, karşılığında bolca plastik, tablet, abur cubur, oburluk, can sıkıntısı ve hormon verdiler. 

Buna karşı koyamadık hatta suça ortak olduk. Suçun cezasını hep birlikte çekiyoruz.     

Betonun, asfaltın, plastiğin kapladığı; göğümüzü yırtan bina yığınlarının ve taşıtların mekanı tıkadığı şehirdir, bizim cezamız. 

Onun uğultusunda ve bozukluğunda yaşamak durumundayız şimdi...

Şehri kaptırdık bari evi kurtaralım, çocuklarımızla beraber çemberin dışına çıkalım...”

(Tekin Şener; Ötekiler Günü)

Mekân insan için ya imkândır ya da imkânın tükendiği yer.  İnsan mekânı kadardır, mekânın elverdiği kadar. Evden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden şehre mekânın tezahürü olan tüm bu unsurların insan üzerinde etkisi büyüktür. İnsan mekân ilişkisi birbirleri ile o kadar iç içedir ki; insan mekânı oluştururken bir yandan da, yaşamış olduğu mekân tarafından şekillenir. Mekânın en somut şekli olarak şehirler kimlikleriyle vardır. Tıpkı insan gibidir şehir, bir kimliği vardır, bir ruhu vardır. Ruhuyla var olduğu oranda ahenklidir. Yaşamış olduğumuz mekânın bir ruhu olduğu zaman ancak bizim için bir imkâna dönüşecektir. Ve o zaman mekân bize sükûnet sunarak teskin edecektir. O zaman mekânın huzurunda yaşayabileceğizdir. Şehir; kimliğini, kendi olma özelliklerini yitirdiği oranda da huzursuz eder insanı, ürkütür bir boşluk hissi verir. 

Sokak bu anlamda şehir için olmazsa olmazlardandır. Hatta şöyle de ifade edebiliriz; şehir en çok sokaktır. Bir şehir, sokağı varsa ancak şehirdir. Bugün mahallenin kaybolduğu, şehrin kente terk edildiği zamanlarda sokak da hayatımızdan çekiliyor. Sokak çekilince hayatımızdan, sokağın güzelliklerini de sokakla var olan kültürü de yitiriyoruz. Sokak dayanışma, sokak yardımlaşma, sokak farklılıklarıyla birbirlerini kabul etme kültürü sunuyor aynı zamanda. O yüzden bugün sokak çekilip gidince hayatımızdan farklılığa tahammülde yitip gidiyor. Ve insanlığımız yara alıyor. Sokaksızlık, daha fazla tahammülsüzlük, daha az komşuluk, daha az yardımlaşmaya götürüyor. Sokaklar yok olurken yerlerini sitelere bırakıyor.

“Selamın yayılmadığı sokakta hayatın kaybolmakta olduğu kesindir.” Böyle diyordu; “Siteril Hayatlar” kitabının yazarı Köksal Alver. Sokak bizi birbirimize esenlik vesilesi kılan şehrin esin kaynağı mekânı. Sokak bu anlamda şehir için olmazsa olmazlardandır. Hatta şöyle de ifade edebiliriz; şehir en çok sokaktır. Bir şehir, sokağı varsa ancak şehirdir. Bugün mahallenin kaybolmaya başladığı, şehrin “kent”e terk edildiği zamanlarda sokak da hayatımızdan her geçen gün biraz daha çekiliyor. Sokak çekilince hayatımızdan, sokağın güzelliklerini de, sokakla var olan kültürü de yitiriyoruz. Sokak dayanışma, sokak yardımlaşma, sokak farklılıklarıyla birbirlerini kabul etme kültürü sunuyor aynı zamanda. O yüzden bugün sokak çekilip gidince hayatımızdan farklılığa tahammülde yitip gidiyor. Ve insanlığımız yara alıyor. Sokaksızlık daha fazla tahammülsüzlük, daha az komşuluk, daha az yardımlaşmaya götürüyor. Sokaklar yok olurken yerlerini ruhsuz sitelere bırakıyor.

Komşuluk kalmadı, dayanışma kalmadı diyoruz mesela, sokağımız kalmadığından olabilir mi acaba? Bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Kentin ortaya koyduğu; insandan uzaklaşma adına oluşturulan sitelerin, “yeni yaşam alanları”nın hayatlarımızı küçülttüğünün farkına varmak durumundayız. Kendi ellerimizle oluşturduğumuz yeni mekânların esaretinde boğulmamak için neyi kaybettiğimizi fark etmek zorundayız. Sokakla birlikte hayatımızdan uzaklaştırdıklarımız üzerine düşünmemiz gerekiyor.  Sokaklar çıkmazdı ama yaşam asla çıkmaz ve içinden çıkılmaz değildi.

“Sokak, sesleriyle canlılığını koruyan sosyal bir atmosferdir. Sokakta canlı bir hayat akar ve sokağın ruhu her daim pencerelerimizden evlerimize kadar taşar. Gitgide daha da çeşitlenen modern yerleşim anlayışları ve konut yapılanmaları artık şehrin bir hayli dışında, yaşam sınırına uzak, neredeyse ıssız diyebileceğimiz alanlarda hüküm sürüyor ve insanların bundan herhangi bir şikâyeti de yok. İnsanların ikamet tercihlerini; yapay sokakları olan, hayattan izole, renkliliğe kapalı, özel bir isme ve imaj alanına sahip, yüksek güvenlikli küçük site ülkelerinden yana kullanmaya başlamalarını, 'sokak' kavramının -özellikle büyükşehirlerde- hayatımızdan tüm sesleri ve renkleriyle birlikte çıkmak üzere olduğunun cari kanıtları olarak görebiliriz.” (Güven Adıgüzel; Sokağın Uzak sesi; Lacivert, Kasım:2015) 

Sokak, çocukların en fazla çocuk olabildikleri yer aynı zamanda. O yüzden sokak çocuk için hürriyet alanıdır. Ve sokak çocukları, sokağın değil sokaksızlığın ürünüdür. Bugün şehir yok, şehrin sokağı yok, olmayan şehrin olmayan sokağında, sokağın çocukları da yok. Çocuklar sokaksız bugün. Oysa sokağı olmalı şehrin ve sokakta oynayan çocukları olmalı... 

Şehrin işlevsel olma özelliği yanında bir de samp-img width='1.33' height='1' layout='responsive'esel anlamı vardır. Mekânın samp-img width='1.33' height='1' layout='responsive'esel anlamı onun ruhundandır. Birbirlerine bitişik ve dayalı olan evlerden oluşan sokakta birbirine dayanan esasen sadece evler değil aynı zamanda o evlerde yaşayan insanlardır. Bilmemiz gerekiyor ki; sokağı kovmuş olduğumuz yaşamlarımızda, sokağın huzurunu arayışımız beyhude. Sokaksız şehirlerde; çıkmaz sokaklardan uzakta yaşayan insan, yaşamın çıkmazlarında boğuşmaktadır bugün. 

Sokak; genişletecektir yürekleri, ferahlatacaktır, sükûna ulaştıracaktır insanı. Bir yanıyla çarşıya, bir yanıyla meydana ya da camiye açılan sokaklar; hayat sunan, hayata imkân tanıyan mekân olarak sokaklar… Sokak, mahalle ve nihayet şehir bizi biz kılarak var eden kendi değer yargılarımıza uygun mekânlardır. Ve toplum olarak ancak kendi mekânlarımızın temkinli ortamında temekkün ederek “yersizlik” duygusunun huzursuzluğundan kurtulabileceğiz.