YEMEK PROGRAMI MI EDEPSİZLİK Mİ?

Bir zamanlar yemek programları; tariflerin, lezzet sırlarının, mutfak kültürünün paylaşıldığı, insanın damağı kadar ruhunu da besleyen bir televizyon şöleniydi. Şimdi ise bazı  ekranlarda gördüğümüz ciddiyetten uzak sözüm ona “yemek yarışmaları” adeta birer münakaşa ve hakaretleşme meydanına dönüşmüş durumda. Tabaklardan yükselen buhar yerine, yarışmacıların birbirine çemkirdiği, hakaretlerin havada uçuştuğu, kırıcı sözlerin sofraya meze edildiği bir manzara izliyoruz.

Kimse kusura bakmasın ama bu manzara yemek kültürüne değil, düpedüz hayâsızlığa hizmet ediyor. Birkaç dakikalık reyting uğruna insanların kişiliklerinin ayaklar altına alındığı, basit bir yemeğin bahane edilip insan onurunun didik didik edildiği bu formatlar, toplumun ekran başında “rezil olana gülme” alışkanlığını körüklüyor. Oysa yemek birleştirir; insanları sofrada eşit kılar, paylaşmayı, sabrı ve nezaketi öğretir.

Bugün televizyondaki bu “bağır çağır” konsepti, yalnızca izleyicinin gerilim bağımlılığına hitap ediyor. Üstelik yarışmacıların çoğu, pişirdiklerinden çok karşısındakine laf sokmakla övünüyor. Her yeni bölümde daha sert bir tartışma, daha büyük bir kriz… Reyting grafiği tırmansın diye saygı ve edep, ekranın en dip köşesine itiliyor. Oysa mutfak, sabır ister; ateşin başında beklemek, malzemeleri özenle seçmek, doğru zamanı kollamak… Bunların hepsi insana ölçülü olmayı, acele etmemeyi öğretir. Fakat bugün izlediğimiz programlarda sabrın yerini sabırsızlık, özenin yerini hoyratlık almış durumda. İnsanlar, yemek yarışmasına katıldıklarını değil de gladyatör arenasına çıktıklarını sanıyor sanki.

Biraz düşünelim: Bir ülkenin yemek programları bile bu kadar öfke yüklüyse, biz sofralarımızda hangi nezaketi büyütebiliriz? Mutfağın sıcağında pişmesi gereken emek, artık stüdyo ışıklarının altında öfkeyle kaynıyor. Her yemeğin tadına lezzet değil, gerilim karışıyor. Ve toplum, her akşam ekran başında, bir tabak yemeğin nasıl hakarete bahane edildiğini izleyerek “normal”in ne olduğunu unutuyor. Üstelik bu kavgacı üslup, ekran başındaki genç izleyicilere de kötü örnek oluyor. Gençler, bir tabak yemek yapmanın başarısının sabırda, emekte, bilgi ve tecrübede değil; bağırmakta ve aşağılamakta olduğunu sanıyor. Ne yazık ki yemek programları, mutfağın emeğini yüceltmek yerine, şiddetli tartışmalarla reyting kazanmanın yoluna dönüştü.

Lezzet peşinde koşmak yerine tartışmanın dozunu artırarak şov yapmak; mutfak kültürünü, basit bir reality show malzemesine indirgiyor. Sonuçta kazanan ne izleyici oluyor, ne yemek kültürü. Sadece hayâsızlık kazanıyor. Ve bu, ülkemizin mutfak geleneğine yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri.

Bir gün televizyonlar yeniden; tariflerin, yemek hikâyelerinin, ustalıkların paylaşıldığı, insanı ekran başında utandırmayan programlarla dolarsa… İşte o zaman sofralarımız, ekrandan taşan nezaketle daha bereketli olur. Sofralarımızın gerçek tadı; sabır, emek ve saygıyla yeniden buluşur. Çünkü yemek, insanın yalnızca karnını değil; ruhunu, gönlünü ve kalbini de doyurur.

Afiyette kalın