Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Muharrem ayının onuncu gecesidir. Aşûre Gecesi 4 / 5 Temmuz 2025 Cuma / Cumartesi (9 / 10 Muharrem 1447), Aşûre Günü ise 5 Temmuz 2025 Cumartesi gününe rastlamaktadır.
Muharrem ayı, Kur’ân-ı Kerîmde kıymet verilen dört aydan biridir. Aşûre, bu ayın en kıymetli gecesidir. Allahü Teâlâ, birçok duâları Aşûre günü kabûl buyurdu. Âdem aleyhisselâmın tövbesinin kabûl olması, Nûh aleyhisselâmın gemisinin tûfândan kurtulması, Yûnüs aleyhisselâmın balığın karnından çıkması, İbrâhîm aleyhisselâmın Nemrûdun ateşinde yanmaması, İdrîs aleyhisselâmın diri olarak göğe çıkarılması, Yakûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsuf aleyhisselâma kavuşması ve gözlerindeki perdenin kalkması, Yûsuf aleyhisselâmın kuyudan çıkması, Eyyûb aleyhisselâmın hastalıktan kurtulması, Mûsâ aleyhisselâmın Kızıldeniz’den geçip, Firavun’un boğulması ve Îsâ aleyhisselâmın vilâdeti ve Yahûdîlerin öldürmesinden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması hep Aşûre günü oldu. Nûh “aleyhisselâm” gemide Aşûre tatlısı pişirdiği için Müslümânların Muharremin onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Muhammed “aleyhisselâm” ve Eshâb-ı Kirâm “radıyallahü anhüm ecma’în” böyle yapmadı. Bugün Aşûre pişirmeyi ibâdet sanmak, bidattir, günâhtır. Muhammed aleyhisselâmın yaptığı veyâ emrettiği şeyleri yapmak ibâdet olur. Din kitâplarının yazmadığı, Ehl-i Sünnet Âlimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, sevâp olmaz. Günâh olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyâfet, fakîrlere sadaka vermek sünnettir, ibâdettir. İbni Âbidîn, beşinci cild, iki yüz yetmiş altıncı sahîfede diyor ki, “Kirpiklere sürme çekmek sünnettir. Fakat, bunu yalnız Aşûre günü yapmak harâmdır”.
Hazreti Hüseyn “radıyallahü anh” o gün şehît oldu diyerek, mâtem tutmak, dövünmek de bidattir. Günâhtır. Şîîler, Hazreti Hüseyn için mâtem tutuyorlar. Hazreti Hüseyin’i, Hazreti Alî’nin oğlu olduğu için, tapınırcasına övüyorlar. Ehl-i Sünnet ise, onu Resûlullah’ın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” torunu olduğu için çok seviyoruz. İslâmiyet’te mâtem tutmak yoktur. Müslümânlar, yalnız Aşûre günü mâtem tutmaz. Kerbelâ fâciasını hâtırlayınca her zamân üzülür. Kalpleri sızlar. Gözleri kan ağlar. İslâmiyet’te mâtem tutmak olsaydı, Aşûre günü değil, Resûlullah’ın Tâif’de mübârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhud’da mübârek dişinin kırılıp, mübârek yüzünün kanadığı ve vefât ettiği gün mâtem tutulurdu.
Hicri Yılbaşında ve Aşûre günü okunacak dua olup olmadığı konusunda, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye ve İslâm Ahlâkı kitaplarında buyuruluyor ki:
Gözü ağrıyan kime başvurur? Çöpçüye mi, avukata mı, matematik öğretmenine mi, yoksa göz mütehassısı olan doktora mı? Elbet, mütehassısa gidip, çâresini öğrenir. Dînini, îmânını kurtarmak için çâre arayanın da, avukata, matematikçiye, gazeteye, sinemaya değil, din mütehassısına başvurması lâzımdır. Din mütehassısı nerede ve kim? Beyrut’da, Mısır’da, Sûriye’de, Irâk’da Arapça öğrenen tercümânlar mı? Hayır. Din mütehassısları, şimdi toprak altında. Dünyâda bulmak çok güç.
Din Âlimi olmak için, Edebiyât ve Fen üzerinde, Fen ve Edebiyât Fakültelerinden diploma almış olanlar kadar bilgi sâhibi olmak, Kur’ân-ı Kerîmi ve manâlarını ezberden bilmek, binlerle Hadîs-i Şerîfi ve manâlarını ezber bilmek, İslâm’ın yirmi ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan seksen ilmi iyi bilmek, dört Mezhebin inceliklerine vâkıf olmak, bu ilimlerde İctihâd derecesine yükselmek, tasavvufun en yüksek derecesi olan “Vilâyet-i Hâssa-i Muhammediyye” denilen kemâle yetişmiş olmak lâzımdır. Böyle bir Âlim şimdi nerede? Şimdi, din adamı tanınanlar, mükemmel Arapça bilenler, acabâ bu büyüklerin kitâplarını okuyabilir ve anlayabilir mi? Şimdi böyle bir Âlim meydâna çıksa idi, kimse dîne saldıramaz, hayâsızca iftirâlar savuran kahramânlar kaçacak yer arardı. Eskiden Medreselerde, Câmilerde, zamânın Fen bilgileri de okutulurdu. İslâm Âlimleri fen bilgilerini öğrenmiş olarak yetişirdi. Sultân Abdülmecîd zamânında, mason Reşîd Pâşanın, İngiliz Sefîri ile berâber hâzırladığı ve 26 Şabân 1255 [m. 1839] da ilân ettiği Tanzîmât Kanûnu, Fen derslerinin Medreselerde okutulmasını yasakladı. Böylece, din adamlarının câhil olmalarına ilk adım atıldı.
Hakîkî din Âlimi, vaktî ile çok vardı. Bunlardan biri, İmâm-ı Muhammed Gazâlîdir “rahmetullahi aleyh”. Din bilgilerindeki derinliğine, ictihâdda derecesinin yüksekliğine, eserleri şâhittir. Bu eserleri okuyup anlayabilen, onu tanır. Onu tanıyamayan, kendi kusûrunu Ona yüklemeye yeltenir. Âlimi tanımak için, Âlim olmak lâzımdır.
Bugün, dînimizi, o büyük Âlimlerin kitâplarından okuyup, öğreneceğiz! Din bilgileri, Ehl-i Sünnet âlimlerinden veyâ bunların kitâplarından öğrenilir. Keşif ile, ilhâm ile, ilim elde edilmez. Bunların kitâplarını okuyan, hem ilim öğrenir, hem de kalpleri temizlenir.
Zikirden ve Râbıtadan istifâde edebilmek için, Ehl-i Sünnet İtikâdında olmak ve Farzları yapmak, harâmlardan sakınmak lâzım olduğu doksan dördüncü ve yüz doksanıncı mektûpların sonunda ve ikinci cildin kırk yedinci ve ellinci mektûbunda bildirilmiştir. Böyle olmayanlarda, fâide yerine zarar olur. (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye )
[Yakûb bin Seyyid Alî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, “Şir’a-tül-İslâm” şerhinde diyor ki, Hadîs-i Şerîfte, “Duâ etmek, ibâdettir” buyuruldu. Kabûl olmazsa da, sevâp hâsıl olur. Duânın kabûl olması için şartlar vardır: Helâl yemelidir. Harâm lokma yiyenin duâsı kırk gün kabûl olmaz. Duâ ihtiyâcı gideren, seâdete kavuşturan kapının anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri, helâl lokmadır. Giydiği de tîb olmalıdır. Hazar olmayan, men’ edilmiş olmayan mala helâl denir. Hazer olmayan, yanî şüpheli olmayan mala tîb denir. Duâ ederken, kalp uyanık olmalı, kabûl edileceğine inanmalıdır. Söylediğinden haberi olmayan gâfilin duâsı kabûl olmaz. Duâdan evvel tövbe ve istiğfar etmelidir. Duânın kabûlü için acele etmemelidir. Duâya devâm etmeli, usanmamalıdır. Allahü Teâlâ, duâ etmeyi ve duâ edeni sever. Kabûl ettiği hâlde, istenileni vermeyi geciktirerek, duânın ve sevâbının çok olmasını ister. Duâyı, hiç olmazsa, yedi kere tekrâr etmelidir. Râhat ve huzûr zamânlarında çok duâ edenin, dert ve belâ zamânlarındaki duâları çabuk kabûl olur. Duâdan evvel, Allahü Teâlâ’ya hamd ve Resûlullah’a salât ve selâm söylemelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” duâya başlarken, “Sübhâne Rabbiyel aliyyil a’lel-Vehhâb” derdi. Evvelâ, günâhlarına tövbe etmeli, sonra bütün müminlerin sıhhat ve selâmetleri için duâ etmeli ve her dileğini söyleyip, vermesini cân ve gönülden istemelidir. Akla ve şeriata uymayan şey istememeli, meselâ, Cennetin sağ tarafında beyâz bir köşk ver dememelidir. Kalbine gelen hayırlı şeyi istemeli, söylediğinin manâsını öğrenmelidir. Duâ, bir temennî olmamalı, istediği şeye kavuşturacak sebeplere yapışmalıdır. Meselâ, önce tâat ve ibâdete sarılmalı, sonra Allah’ın rızâsına kavuşmak için duâ etmelidir. Tâatler, ibâdetler, rızânın, muhabbetin sebepleridir. Sebeplere yapışmadan yapılan duâ kabûl olmaz. Buna duâ denmez. Fâidesiz temennî denir. Ümît edilmeyen şeyi istemeye temennî denir. Ümît edilen şeyi istemeye recâ denir. İstenilen şeyin sebeplerine kavuşturmasını dilemelidir. Hadîs-i Şerîfte, “Çalışmadan duâ eden, silâhsız harbe giden gibidir” buyuruldu. Abdest alıp, diz üstüne, kıbleye karşı oturup, elleri göğüs hizâsında ileri uzatıp, avuçları [semâya karşı] açıp, Peygamberlere ve Evliyâya tevessül ederek, Onların hâtırları ve hurmetleri için istemeli, sonunda “Âmîn” demelidir. Her şeyden önce, afv ve mağfiret ve âfiyet için duâ etmelidir. Bunların hepsini ihtivâ eden çok kıymetli duâ, “Allahümme rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve filâhıreti haseneten ve kınâ azâbennâr”’dır.] (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye)
[“Mektûbât-i Ma’sûmiyye” ikinci cild, 36. cı mektûbunda diyor ki, “Farz ve sünnet olan amelleri, zikri, hayrâtı, hasenâtı ve duâ, Âyet-i Kerîme okumayı sevâp kazanmak için yaparken, kimseden izin almaya lüzûm yoktur. Bunları, şifâ için, bir ihtiyâcın hâsıl olması, bir müşkülün hallolması için okurken, tesîr etmeleri, Mürşidin, Üstâdın izin vermesine bağlıdır.” [Mürşidlerin kitâplarından öğrenip okumak, izin almak olur.] İmâm-ı Rabbânî, üçüncü cild 25.’ci ve 34.’cü mektûplarında buyuruyor ki, “Zikir etmek çok sevâptır. Fakat, kalbi Tathîr etmesi için, zikri izin ile yapmak lâzımdır.” İzin alan, izin verenin vekîli olur. Bunun okuması, vekîl edenin okuması gibi tesîrli, fâideli olur.] (İslâm Ahlâkı)
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)