Muhterem Kardeşlerim…
Her yazımızda olduğu gibi, sizlere önemli konuları öncelikle sahih kaynaklardan, Tam İlmihal Saadeti Ebediyye, İmamı Rabbani Hazretlerinin Mektubat, Hakikat Kitab Evinin İhlas Yayınlarından faydalanarak sizleri bilgilendirelim istiyoruz.
Efendim;
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya zatlar, sipariş üzerine konuşmazlar, yani sohbet ederken konuşacaklarını önceden tayin etmezler. Oradakilerin neye ihtiyacı varsa, Allahü Teâlâ onun hatırına onu getirir. Herkes rızkını böylece alır. O büyük zatın kendisi de, söylenen şeyin kimin nasibi olduğunu bilmeyebilir. O konuşulanların içerisinden herhangi bir kısmının dinleyenlerden birine dokunmamış olması mümkün değildir. Herkes mutlaka nasibini alır. Yeter ki dinleyen, Allah için dinlesin, yani istifade yolunu kesmesin.
Büyüklerin sohbetinden istifade edip etmemek, tamamen, o gelen feyz ve bereketin önüne engel koyup koymamaya bağlıdır. Sohbete giderken, tam teslim olarak gitmelidir. İhlâsla, istifade etmek niyetiyle dinleyen, mutlaka daha çok istifade eder.
İstifade yolundaki en büyük engel:
1- Söyleyen zata güvenmemek.
2- Ondan istifade etmek niyetiyle değil de, nerede ayağı kayacak, nerede yanlış söyleyecek diye şüpheyle, endişeyle, imtihan niyetiyle dinlemektir veya “Biz bunları zaten biliyoruz, başka şeyler anlatsa ya” diye düşünmek gibi şeyler, nasipsizlik alametidir. Bir şeyler öğrense bile, o öğrendikleri asla kalbine yerleşmez ve onu kurtarmaz. Şah-ı Nakşibend hazretleri, “Hocasını imtihan eden, melundur” buyuruyor.
Müminler bir araya geldiği zaman, istese de istemese de, Allah sevgisi mutlaka kalbden kalbe geçer. Ancak, üç kişi bundan istifade edemez.
1- Kâfir.
2- Dinini öğrendiği ve bağlı olduğu hocasını inkâr eden.
3- Hocasını imtihan eden.
İnsan, çok noksandır. Kendini bilmez. Yahut çok az bilir. Aczini, noksanlığını bir anlasa, düzelir, doğru yola gelir, ama “Benim gibisi var mı” dediği müddetçe hiçbir iyilikten nasibini alamaz. Zira kibir, her iyiliğe engeldir.
İnsanın kendini beğenmesi, başkalarını ise beğenmemesi ne kadar çirkin bir şeydir! Değil sadece büyük zatlara, Allahü Teâlâ’nın Eşref-ül Mahlûkat yani en şerefli mahlûk olarak yarattığı insana bile değer vermemek hiç kulluğa yakışır mı? İnsan, Allahü Teâlâ’nın emrinde bir köle gibidir. Mümin, yaptığı ibadetleri değil, yapması lazım gelip de yapamadıklarını ve işlediği haramları, mekruhları düşünmelidir. Doğru yaptığımızı zannettiklerimiz de, tevbemiz de, tevbeye muhtaçtır.
Kendini beğenmek, şirke kadar götürür
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Yaptığımız iyilikleri unutalım, hatırlamayalım ve hatırlatmayalım. Söylersek başa kakmış gibi oluruz. Allahü Teâlâ’nın bize ihsan ettiklerinin yanında iyiliklerimizin adı mı olur? Bir hiçiz.
Dağda inzivaya çekilip çok ibadet eden bir derviş, Musa aleyhisselam Tur-i Sina’ya giderken yoluna çıkıp, “Yâ Musa, Cenab-ı Hakk’a arz et, benden razı mı?” der. Musa aleyhisselam dönüşte, “Allahü Teâlâ, ‘Onu affettim’ buyuruyor” deyince derviş, “Ben gece gündüz ibadet ediyorum. Dağın başında ne günah işledim ki Allah beni affetti” der. Musa aleyhisselam, “Peki bu ibadetleri neyle, kimin yardımıyla yaptın?” deyince adam gururla, “Kim olacak, ben kendim yaptım” der.
Allahü Teâlâ, hemen Cebrail aleyhisselama, “Bunun şah damarını biraz sık, bırak” buyurur. Cebrail aleyhisselam damarını biraz sıkınca derviş yerlerde kıvranmaya başlar. Musa aleyhisselam “Ne oldu?” diye sorar. “Ölüyorum yâ Musa, günahlarımın affı için dua istiyorum” deyince buyurur ki:
“Allah’tan kork! Cenab-ı Hakk'ın verdiği bu kadar nimetler içindesin. ‘Çok günahkârım’ de, ‘Benim ne suçum var’ deme. Bak biraz damarın sıkıldı ne hâle geldin.”
Peygamber Efendimiz, “Küçük günahtan kaçınırsınız, ama daha büyük günaha girmenizden korkuyorum” buyuruyor. Büyük günaha nasıl girer? Bir dereceye ulaştım zannedip kendini beğenir, ucub hâsıl olur. Allahü Teâlâ’nın hiç beğenmediği iki kötü huydan biri kibir, diğeri kendini beğenmektir. İşte bu kendini beğenmek, günahları hafif görmeye, hattâ şirke kadar götürür.
Müminin, yaptığı ibadetleri değil, yapması lazım gelip de yapamadıklarını ve işlediği günahları düşünmesi lazımdır. Doğru yaptığımızı zannettiklerimiz de tevbeye muhtaçtır.
İnsan, ibadetlere sarılıp haramlardan sakınabilir, kalbinin Allah sevgisiyle dolduğunu zannedip kendisini âhirete çok yakın hissedebilir, ama bunun doğru, yani Rahmânî olup olmadığının bir alâmeti vardır. O alâmet şudur ki, bu sevgi arttıkça kendisinin hatalarını, günahlarını görür. Bu görme kabiliyeti gittikçe artar, yaptığı hataları ömür boyu hiç unutmaz. İşte bu, tevbesinin kabul olduğunu ve istikametinin doğru yönde olduğunu gösterir.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)